Parmak kız masalı oku

Bir kadının çocuğu olmuyormuş, ihtiyar bir büyücüye gidip:

  • Ben, çocukları çok seviyorum, ama Allah bana bir çocuk vermedi. Yalvarırım bana yardım edin, demiş.

Büyücü,

  • Elbette, bir çaresine bakarız. Al bu arpa tanesini. Bu arpayı ne tavuk yer, ne de köylü tarlasına eker. Bir saksıya ek, sonra ne olacağını görürsün demiş.

Kadın, teşekkür ederek büyücüye biraz para vermiş. Evine dönünce arpa tanesini bir saksıya dikmiş. Her sabah, uyanır uyanmaz saksının başına koşuyormuş. Saksıyı pencerenin önüne, en iyi güneş alan yere koymuş. Büyük bir dikkatle ve bakımla, çok geçmeden tıpkı laleye benzeyen iri bir çiçek açmış. Lalenin taç yaprakları kapalı duruyormuş.

Kadın, sarı kırmızı yaprakları öperken:

  • Ne kadar güzel bir çiçek demiş.

Tam da o sırada çiçek açılıvermiş. Bu lalelerin en güzeliymiş. Kadıncağız lalenin ortasında büzülüp oturmuş, parmak boyunda bir çocuk görünce sevincinden çılgına dönmüş. Gözlerine inanamayarak, uzun bir zaman hayranlıkla bakmış. Hayalinin gerçekleştiğini anlayınca, parmaklarını uzatmış ve yavaşça almış onu. Adını, Parmak kız koymuş.

Ceviz kabuğundna beşik, menekşe yaprağından döşek, gül yaprağından yorgan ypamışlar. Geceleri orada uyur, gündüzleri masanın üstünde oynarmış. Kadın masasın üstüne içi su dolu ve etrafı çiçeklerle dolu bir tabak koyarmış. Parmak kız bir lale yaprağına oturur ve onu tabağın içinde bir ileri, bir geri yüzdürürmüş. Bu hoş manzaranın seyrine doyum olmazmış. PArmak kız, bir taraftan da öyle tatlı bir sesle şarkı söylüyormuş ki, duyanlar kendinen geçermiş.

Bir gece, çirkin bir kurbağa açık kalan bir pencereden eve girmiş. Kurbağa, küçük kızın çiçek yorganının altında mışıl mışıl uyuduğu masaya sıçramış. Islak ve yapış yapış kurbağa, gözlerini kocaman açarak küçük kıza bakmış:

  • Oğluma güzel bir eş buldum! Demiş ve çocuğun yattığı ceviz kabuğunu kaptığı gibi açık pencereden bahçeye atlamış.

Evin yakınlarında şırıl şırıl akan güzel bir dere varmış. İşte kurbağa ile oğlunun evleri burasıymış. Kurbağanın oğlu, ceviz kabuğundaki güzel küçük kızı görünce:
-Kuvak, kuvak! diye bir çığlık atmış.

Yaşlı kurbağa:

  • Böyle yüksek sesle konuşmasana, uyandıracaksın! Kuğu tüyü gibi hafif, korkar da uçuverir sonra. Derede açan nilüfer yapraklarından birine koyalım onu. Bir adadaymış gibi, kaçamaz. Bu arada biz de bataklığın içinde bir ev yaparız. Sizin eviniz olur orası, demiş.

Sahiden de derenin ortasında koca koca açmış nilüferlerin, suyun üstünde yüzen yeşil yaprakları görünüyormuş. En uzaktaki nilüfer, içlerinde en büyüğüymüş.

Yaşlı kurbağa, parmak kızın içinde uyuduğu ceviz kabuğu ile birlikte oraya bırakmış. Ertesi sabah zavallı yavrucak uyandığında çok şaşırmış. Nilüferden inmek istemiş, ama etrafının çepeçevre su ile çevrili olduğunu anlayınca hüngür hüngür ağlamaya başlamış. İncecik sesiyle annesini çağırmış ama onu kimseler duymamış. İhtiyar kurbağa o sırada sazlar ve yapraklarıyla bir ev yapıyormuş. Bu evi gelinine layık bir hale getirmek için uğraşıyormuş. İşini bitirdikten sonra, yanına oğlunu da alarak, küçük kızı koydukları nilüfere doğru yüzmüşler. Oraya varınca, küçük kızı selamlayarak:

  • İşte, seni kocanla tanıştırayım. Bataklıkta sizin için eşsiz bir ev hazırlıyorum, demiş.

Oğlanın ağzından:

  • Kuvak, kuvak! tan başka laf çıkmamış.

Kurbağalar, kızı tek başına bırakarak, zarif küçük yatağı alıp yüze yüze dönmüşler. Çirkin bir kurbağa ile evleneceğini duyan kız, gözünden ip gibi yaşlar akıtarak ağlamaya başlamış. Derede yüze kırmızı balıklar, kurbağanın söylediklerini duymuşlar. Küçük kızı merak ettikleri için, onu görmeye gelmişler. Onu gören kırmızı küçük balıklar, güzelliğine hayran olmuşlar. Onun çirkin bir kurbağa ile evlenmesine gönülleri razı olmamış. Balıklar suya dalmış ve nilüferin sapını kemirerek koparmışlar. Dalından koparılan nilüfer akıntıya kapılarak kurbağaların yetişemeyecekleri kadar uzaklara sürüklenmiş. Küçük kız, bir süre yanı sıra yüzen kırmızı balıklara teşekkür etmiş. Balıklar evlerine dönerken küçük kız onlara el sallayarak vedalaşmış. Nilüfer üzerinde güzel bir kız gören beyaz bir kelebek, daha iyi görebilmek için yaprağın üstüne konmuş. Kızcağız, kurbağalar yetişemeyeceği için çok sevinçliymiş. Güneş suyun üstünde altın gibi parlıyormuş. Kız geçtiği yerlerin güzelliğini seyretmeye doyamıyormuş. Kemerinin bir ucunu kelebeğe, diğer ucunu da nilüfere dolamış. Böylelikle suyun üstünde daha hızlı yol alamışlar. O kadar uzaklara gitmişler ki, başka bir ülkeye geldiklerinde kelebek geri dönmek zorunda kalmış. Küçük kız, iyi yürekli kelebekle vedalaşırken göz yaşlarına engel olamamış.

Yalnız kalan kız, derenin daha hızlı aktığını fark etmiş. Etrafına bakında, hızla bir şelaleye sürüklendiğini anlamış. Korku içinde ne yapacğaını düşünüyormuş. Küçük kızın bu kaıntının içinden kurtulmasına, imkan yokmuş. Tam bu sırada bir leylek uzun gagasıyla kızı yakalamış. Leylek derenin,ağaçların, çayırların üzerinden uçmuş ve süzülerek yere inmiş. Küçük kızı bir papatyanın ortasına bırakmış. Kendisini kurtardığı için leyleğe, teşekkür eden kız, onun beyaz tüylerine bir öpücük kondurmuş. Kanatlarını sallayarak havalanan leyleğin arkasından uzun uzun bakmış. Küçük kız kurtulduğu için seviniyormuş, ama bilmediği bir yerde yapayalnızmış. Kızın gözyaşları, güzel papatyanın beyaz yapraklarını yıkamış.

Kızcağız yaz boyunca, büyük ormanda tek başına yaşamış. Yağmurdan korunmak için, koca yapraklı bir çiçeğin altına yatak yapmış.

Çiçeklerin özsuları ile susuzluğunu gidermeye çalışmış. Kış, peşinde soğuk rüzgarlarla çıka gelince, şakıyarak onu avutmuş kuşlar bir bir uzaklaşmaya, ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamışlar. Altında yaşadığı çiçeğin koca yaprağı sonunda dökülmüş.

Elbiseleri eskidiği için zavallı kızcağız soğuğa hiç dayanamıyormuş. Kar yağıyor, her tanesi o ufacık vücudunu bir kürek toprak gibi örtüyormuş. Kuru bir yaprağa sarınmış ama bir battaniye kadar ısıtmadığı için tir tir titriyormuş.

Ormanın yanında büyük bir tarla varmış. Küçük kız soğuktan titrere titreye ilerlemiş. Samanların altında bir tarla faresinin yuvası varmış. Tıka basa dolu bir odası, mutfağı, kileri bir de dayalı döşeli yemek odası olduğundan farenin keyfi pek yerindeymiş.

Ağzına koyacak bir lokması bile olmayan kızcağız bu evin kapısını dilenci gibi çalıp bir arpa tanesi rica etmiş. İhtiyar fare, aslında çok iyi yürekliymiş. Kıza:

  • İçeri gir küçük, odam sıcacıktır. Benimle birlikte yemek yer misin? Canın isterse kışı da burada geçirebilirsin. Yalnız bir şartla, odamı temiz tutacaksın. Ayrıca ben masallara bayılrım. Bana masal anlatır mısın? demiş. Küçük kız çok memnun olmuş ve kabul etmiş.

Bir gün, fare:

  • Komşum misafirliğe geçecek bugün. Onun hali vakti benden de iyidir. Geniş bir evi ve sırtında siyah kadife bir kürkü var.

Onunla evlenirsen rahat edersin ama burnunun ucunu bile göremez. Bildiğin en güzel masalları anlatıp, onu eğlendirirsen çok mutlu olur, demiş. Farenin komşum dediği köstebekten başkası değilmiş. Kızcağızında kocanın böylesine varmaya hiç niyeti yokmuş.

Köstebek, az sonra sırtında kadife kürkü ile gelmiş. Farenin dediğine bakılırsa, güneşe ve çiçeğe tahammül edemiyormuş.

Misafiri hoş tutmak için şarkı söylemek zorunda kalan kızcağızın sesini çok beğenen köstebek, çok mutlu olmuş. Farenin evine gelmek için, bir yeraltı geçidi kazan köstebek, onlara diledikleri zaman evini gezinmelerini teklif etmiş.

Bunu söyledikten sonra, karanlık koridor boyunca hnaımlara yol göstermiş. O sırada, yerde yatan bir kırlangıç görümüşler. Kanatları yanına düşen, başını tüylerinin altına sokan kuşcağız, her halde soğuktan ölmüş. Yaz boyunca cıvıl cıvıl ötmüş olan kışlara karşı kızcağızın gönlünde sonsuz bir sevgi olduğundna bu manzara ona pek dokunmuş. Köstebek kırlangıcı ayağı ile iterek:
-Artık ötmüyor! dünyada kuş olmak kadar kötü bir şey olamaz. Ötüşünden başka bir şeyi olmayan kuş, yoksulluk içinde yaşar ve kış gelince de ölür, demiş.

Fare:

  • Eve, çok haklısın komuşum. Ötmek neye yarar, yoksulluk içinde ölmektir sonları, diye doğrulamış.

Küçük kız bu sözlere katılmıyormuş. Onlar görmeden kırlangıca eğilmiş ve başına bir öpücük kondurmuş.

  • Belki bu da yazın benim için neşeli neşeli ötenlerden biridir. Ona ne sevinçler, ne mutluluklar borçluyum, demiş.

Köstebek hanımlara evini gezdirdikten sonra, evlerine kadar uğurlamış. Gece, kızın uykusu kaçmış. Saman çöplerinden bir örtü ören kız, geçide gidip kuşun üstünü örtmüş. Soğuktan korumak için, farenin evinde bulduğu pamuklarla güzelce sarmış.

  • Elveda, zavallı kuş! Ağaçlar yapraklarla örtülüyken, güneş üstümüze iyiliksever ışığını yayarken, bu yaz bana dinlettiğin neşeli cıvıltıların için, sana teşekkür ederim, demiş. Sonra, başını kuşun göğsüne dayamış, ama hemen kaldırmış. Çünkü hafif bir patırtı duymuş: bu pıtırtı, ısınınca hayata dönen kuşun kalbinin sesiymiş. Sonbahar gelince kırlangıçlar, sıcak ülkelere göç ederler. İçlerinde geç kalan olursa, ölü gibi yere serilir ve karın altında gömülü kalır. Kız bir parmak boyunda olduğundan, kuş ona dev gibiymiş. Kırlangıcın üzerini iyice örten kız, bir nane yaprağını getirip kuşun başına koymuş. Ertesi gce, yeniden oraya gitmiş ve kuşun canlandığını görmüş. Kuş çok bitkin olduğundan, küçük kıza bakmak için gözlerini güçlükle aralayabilmiş.

Hasta kırlangıç:

  • Sana çok teşekkür ederim güzel, küçük çocuğum. Beni ısıttın, yakında bir şeyim kalmayacak. O zaman güneşin olanca parlaklığı ile ışıldadığı ülkelere uçmam mümkün olacak, demiş.

Kız:

  • Oh! Hayır, dışarısı çok soğuk! Kar yağıyor ve her yer buz tutmuş. Sen yatağına yatıp keyfine bak. Ben sana bakarım diye karşı çıkmış.

Bir koşu gidip, bir çiçek yaprağında su getirmiş. Kırlangış suyu içerken, kanadını çalının dikenlerine çarpıp nasıl incittiğini anlatmış. Bu kaza yüzünde, arkadaşları kadar hızlı uçamamış ve onlardan ayrı kalmış. Onlar da sıcak ülkelere doğru yollarına devam etmişler. Daha fazla dayanamadığı için, yere düşmüş. Kendini kaybettiği için, nasıl olup da buralara geldiğini bilmiyormuş. Zavallı kuş, bütün kışı orada geçirmiş. Küçük kız, fare ile köstebeğin yardım etmeyeceğini biliyormuş. Bu yüzden, her gün gizlice ona bakıyormuş.

Nihayet, ilkbahar gelmiş ve güneş toprağı ısıtmaya başlamış. Tamamen iyileşen kırlangıç, toprağın üstüne çıkmak istediğini söylemiş. Kız köstebeğin kapattığı deliği açmış.

Kırlangıç:

  • Haydi, sırtıma bin; seni de ormana götüreyim, demiş.

Haber vermeden ayrılırsa, ihtiyar farenin çok üzüleceğini bilen kız:

  • Teşekkür ederim, ama gelemem, diye cevap vermiş.

Kırlangıç güneşe uçarken:

  • O halde hoşça kal iyi kalpli çocuğum! demiş. Küçük kızın gözleri yaşla dolmuş, çünkü kırlangıca öyle bağlanmış ki! Kuş son bir defa öterek, gözden kaybolmuş.

Küçük kız’ın derdi başından aşkınmış. Güneşe çıkıp ısınması da imkansızlaşmış. Çünkü tarla faresinin evinin üstündeki buğdaylar büyüyüp, parmak boyundaki kız için aşılmaz bir orman haline gelmiş.

Fare kıza:

  • Yaz geliyor. Kadife kürklü köstebek, ille de seninle evlenmek istiyor. Çeyizini hazırlamalısın artık. Sana yeni elbiseler lazım, köstebek karısının hiç bir eksiği olmamalı, diyormuş.

Farenin verdiği çıkrıkla iplik eğiren kız, gece gündüz çalışıyormuş. Tarla faresinin çağırdığı dört örümcek durmadan kumaş dokuyormuş. Köstebek, akşamları oturmaya geldiğinde toprağı ısıtan ve dayanılmaz hale koyan güneşi kötülüyormuş. Düğün bu yüzden mevsüm sonuna kalmış. Parmak kız, her gün güneş doğarken ve batarken kapıya çıkıyormuş. Rüzgarda sallanan buğday başaklarının arasında göğün mavisini, tabiatın güzelliğini seyrediyor ve sevgili kırlangıcını düşünüyormuş. Kırlangıç çok uzaklara gitmiş, belki de hiç dönmezmiş.

Sonbahar geldiğinde kızın çeyizi tamamlanmış.

Fare:

  • Dört hafta sonra düğün var, dediği zaman

Kız ağlayarak:

  • Çirkin köstebek ile evlenmek istemiyorum! demiş.

Fare:

  • Hayır! İnatçılık yok! Böyle yakışıklı bir erkekle evlendiğinin için, ne mutlu sana. Kürkün böylesi kraliçede bile yok. Köstebeğin mutfağı, kileri tıklım tıklım dolu, Karşına böyle bir kısmet çıktığı için Allah’a şükret! Diye çıkışmış.

Düğün günü gelip çatmış. Köstebek, kızı yerin altına götürmek için gelmiş. Kocası güneş yüzü görmediğine göre, o da bir daha göremeyecek demekmiş. Tarla faresinin evinde hiç olmazsa kapıdan bakmak yasak değilmiş.

Küçük kız kollarını kaldırarak:

  • Hoşkala güneş! Işıklarının sızmadığı yeraltında yaşamaya mahkumum ben!

Buğday biçildiği için, açılan kapıdan bir kaç adım atabilmiş. Önünde duran ve eli değen kırmızı çiçeğe dönerek:

  • Hoşça kal güzel çiçek! Kırlangıca selam söyle! diye seslenmiş.

Başının üstünde bir ses duymuş, Bir de bakmış ki , sevgili kırlangıcı yanında. Kız sevinçle kırlangıcın boynuna sarılmış ve başına gelenleri ona anlatmış. Anlatırken gözünden sel gibi yaşlar akıyormuş.

Kırlangıç:

  • Kış yaklaşıyor. Sıcak ülkelere gitmeye hazırlanıyorum. Benimle gelmek ister misin? Sırtıma binersin, birbirimizden ayrılmayız. Uzaklara, çirkin köstebekten ve karanlık evinden uzaklara kaçarız. Güneşin pırıl pırıl ışıldadığı, göz kamaştırıcı güzellikte çiçeklerin açtığı sıcak ülkelere ulaşmak için dağları aşarız. Beni yarı donumş baygın yatarken, canımı kurtaran sevgili küçük, benimle gel. demiş.

Küçük kız:

  • Seninle seve seve gelirim! diyerek kuşun sırtına binmiş. En kalın tüylerinden birine kuşağını bağlamış. Ormanların, denizin, karla örtülü ulu dağların üstünde uçmuşlar. Bu derece soğuğa alışık olmayan küçük kız tüylerin altına büzülmüş. Üstünden geçtikleri güzellikleri seyredebilmek için, sadece başı dışarıdaymış.

Nihayet sıcak ülkelere vamrışlar. Burada güneş daha canlı, gökyüzü bir kat daha yüksek gibiymiş. Bağlar, bahçeler, kayalıklar sarılı kırmızılı çiçeklerle süslenmiş yemyeşil ormanlar kuş cıvıltılarıyla doluymuş. Ağaçlardan limonlar, elmalar sarkıyormuş. Dünyanın en güzel çocukları, kırlarda bin bir renkli kelebeklerle oynuyorlarmış.

Çevresi ağalarlar çevrili mavi bir göülün ortasında beyaz mermerden bir saray görmüşler. Uzun sütunlarına asmalar sarılıymış. Bu sütunların tepesinde de kırlangıç yuvaları varmış. Kırlangıcın yuavsı da bıradaymış.

  • İşte evime geldik, En güzel çiçeklerden birini seç. Seni oraya bırakayım, demiş.

Parmak kız ellerini çırparak,

  • Ah! Çok mutluyum! diye cevap vermiş.

Kırılan büyük bir mermer sütun, yerde yatıyormuş. Aralarından güzel çiçekler fışkırmış. Kırlangıç kızı, bu çiçeklerden birinin ortasına yavaşça bırakmış. Parmak kız, hayatından memnun ve sevinç içindeymiş.

Çiçeğin içinde cam gibi pırıl pırıl, bembeyaz bir genç adam oturuyormuş. Boyu bir parmak kadarmış. Başında altın tacı, omuzlarında parlak kanatları varmış. Bu, çiçeğin perisiymiş ve çiçek onun sarayıymış.

Kız, kırlangıcın kulağına usulcacık:

  • Ne kadar da güzel, demiş.

Devi gibi kuşu gören çiçeklerin perisi biraz irkilmiş, ama kızı görünce çok şaşırmış. Ömründe bu kadar güzeline rastlamamış. Başındaki tacı kızın başına takmış ve ellerini tutarak:

  • Benim eşim olmak ister misin? Diye sormuş. Eğer kabul edersen, bütün çiçekleirn sultanı olacaksın. demiş.

Parmak kız, bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. O an çiçeklerden çıkan erkekli kadınlı periler, uçuşarak onların etrafını sarmışlar. Onlara çeşitli hediyeler sunmuşlar. Parmak kız verilen hediyeler arasında en çok omzuna iliştirilen ve çiçektne çiçeğe uçmasına yarayan bir çift kanada çok sevinmiş. Küçük kızın sevincine yuvasında oturan kırlangıç da şakıyarak katılmış. Gene de içinden üzülüyormuş. Çünkü onu çok seviyormuş ve hiç ayrılmak istemiyormuş. Kırlangıç bu masalları yazanın penceresinin önüne konmuş. Yazar, onun dönüşünü bekliyormuş ve serüveni ondan öğrenmiş.

Facebookta Paylaş